Mücella-Nazan Bekiroğlu/Üzerine



Mücella,Nazan Bekiroğlu'ndan okuduğum ilk kitap. Bundan bir önceki kitabı olan Nar Ağacı'nı henüz okumadım. Bu yaz Türkiye'ye gittiğimde almak niyetindeyim. Nar Ağacı ilk çıktığı zamanlarda çok popüler bir kitaptı. 



Ben de açıkçası biraz da bu yüzden uzak durmuş,almamıştım. Ancak aldığım kararlar arasında popüler kitaplara şans vermek vardı. Bunun için de bir e kitap okuyucu almıştım. Bu sayede önce kitapların e-kitap versiyonunu okuyup,eğer beğenirsem kütüphanemde yer verecektim. Neden böyle ince eleyip sık dokuyorum? Ne var yani benim de kütüphanem televizyon ünitesinin içinde olsa? 
Sırf daha fazla satıyor diye kapak tasarımları birbirine benzeyen,genç kitlenin ilgisini çekecek kitapsı şeyler neden kütüphanemde olmasın ki? Evet,kitapları para kapısı olarak gören insanlar yüzünden ön yargılarım çoğaldı. Uzaklaştıkça uzaklaştım. Ancak haksızlık ettiğimin farkındayım. Çok satanlar listesinde olan kitaplar,popüler kitaplar her zaman için boş niteliksiz olacak diye bir kaide yok. Bu yüzden de içimdeki kuralcı kadını biraz susturdum. İyi ki de susturmuşum. Şu an o da çok memnun halinden. Keşke daha önceden açsaydık kapılarımızı yeni yazarlara,yeni kitaplara diye hayıflanıp duruyor. Eh,gözlerimiz görüyor,henüz yaşıyoruz. O zaman saat ve yer fark etmez. İki sayfa daha fazla okumanın kime zararı olabilir ki?!




Acaba önce Nar Ağacı ile mi tanısaydım Nazan Bekiroğlu'nu bilmiyorum. 1920-1970 yılları arasında Türkiye'de olanları akıp giden bir hayatta Mücella'nın gözünden izliyoruz. Arada yazarın yorumları katılıyor olsa da çoğunlukla Mücella'nın baktığı pencereden bakıyoruz o yılların Türkiye'sine ve tabii pencereden görünen hayatlara. Kitap nostaljik bir kapağa sahip. Eh,nostalji
benim göbek adım. Evimde halen yıllar öncesinde emek emek işlenmiş danteller durur masalarda,siyah beyaz resimlerin her biri birer çerçevede vitrinden bakarlar hüzünle. Neden eski fotoğraflarda insanlar hep daha naif,hep biraz yaralı görünürler bilmiyorum. Onlara baktıkça ben hayallere dalarım. Gider bit pazarlarından eski resimler toplarım. Tanımadığım insanlara hikayeler uydurur,belki hayal bile edemeyecekleri hayatların içine sokarım onları. Kitap kapağındaki dikiş makinesi,babaannemden babama kalan o meşhur,hala da çalışmayı sürdüren dikiş makinesini hatırlattı bana. Uzak kalamadım bu çağrıya. Hemen aldım,bir bahar günü Mücella'nın hikayesini okumaya başladım. 

Annesinin sınır belirlediği kara yemiş ağacından ötedeki dünyayı görmeyi hiç düşlemeyen Mücella. Ömrü pencerenin içinde dizlerini altına kıvırıp çeyiz işlemekle geçmiş Mücella. Sarsıcı bir hikaye. Sanırım en kötüsü de bu hikayenin gerçekten defalarca yaşandığını bilmek. Ne yazık,her ailede bir Mücella'ya rastlanır.

Kitabı üç gece önce bitirdim. Ancak bütün gece kötü rüyalar gördüm. Rüyalarımda ölüm ve yalnızlık vardı. Hasta yatağında yaşlı kadınlar,onların başında ölümü bekleyen Mücella gibi kadınlar.


Öncelikle söylemek isterim ki kitabın dili ne akıcı ne durgun. Yer yer solmakta olan bir gül gibi kuruduğumu hissettim. Damarlarımdaki kanın yavaş yavaş çekildiğini,yaşamın önümden akıp gittiğini hissettim. Sevdiğiniz birini yakınlarda kaybettiyseniz yahut ölüm konusunda biraz hassasiyetiniz varsa benden size tavsiye kendinizi hazırlamadan kitaba başlamayın. Mücella'nın öyküsü henüz tomurcuklanmadan solan bir gülün öyküsü gibidir çünkü.


( Daha önceki kitap incelemelerim için : Kitap Kokusu Köşesi )



Gece Saçlı Kız


Yorumlar