Korona Günlükleri 18 Mart 2020

Anladım sonu yok yalnızlığın, her gün çoğalacak! Sanıyorum hayatımın en zor, en yalnız günlerini geçiriyorum. Şimdi yalnızlık deyince, mekansal bir yalnızlıktan söz ediyorum elbette. Sarılmak, dokunmak ne güzel şeylermiş. Ne büyük şansa sahipmişiz sevdiğimize, dostumuza sarılırken. 

Sosyal medyada gördüğüm korona günlükleri serisine, ben de burada başlamaya karar verdim. Her gün yazacak bir şey bulabilir miyim, bu biraz şüpheli. Ancak yazmak, ''ben buradayım ve yaşıyorum'' demenin bir yolu benim için. Bu yüzden, elimden geldiğinde yazmaya çalışacağım. 
Günlerdir tek bir kitap bile okumadım. Elimde, Sebastian Fitzek'in bir kaç kitabı var. Ancak, şu sıralar yeterince gerilim yaşıyorum, yaşıyoruz. Bu yüzden elim hiç gitmedi gerilim kitaplarına. 

Annemin vefatı sebebiyle geldiğim Türkiye'de bazı ailevi ve kişisel sebeplerden ötürü bir süre daha kalacağım. 
Gecenin bir yarısı, perişan bir halde evimden çıkarken ''kim bilir bir daha ne zaman evime geleceğim, ne zaman göreceğim burayı bir daha kim bilir'' diye düşünmüştüm. Hava eksi bilmem kaç derece, bense alev halindeydim. Belki baharın ilk günlerine dönerim evime diyordum ilk zamanlarda, şimdi ise dünyanın bu durumunda benim hiç umudum YOK! 

Gözyaşlarım böyle burnumdayken, bencilliğim de üzerimde. Dünyanın sonunun gelebileceğini her zaman düşünmüştüm. Bunun hakkında belki yüzlerce film izlemiş, onlarca kitap okumuştum. Hatta çeşitli senaryolar konusunda canyoldaşımla konuşmuş, seninle acil durumlarda şurada, burada buluşuruz filan diye düşünmüştük. Evet, biz hep takıntılı, olabilme ihtimali olan şeylere karşı hep temkinliydik. Ben böyle bir salgında, hep sevdiğim adamla birlikte olacağımız senaryoları getirdim aklıma. Öleceksek de kalacaksak da birlikteydi. Ancak şimdi, başka ülkelerde yaşamak zorundayız bu süreci. Günlerdir evden çıkmadım, ancak o evden çıkıp çalışmak zorunda.Mümkün olduğunda insanlardan uzak kalıyorum, ancak o iş yerinde bir sürü insanla muhatap oluyor. 
Gün içinde kafamdan böyle binlerce kötü senaryo, binlerce olasılık geçiyor. 

Ben daha önce çok acılar çektiğimi sanırdım. Çekmemişim. Ben artık olgunlaştım derdim, oysa hammışım. Pencerenin önünde oturuyorum, bulutlar akıp gidiyor, hayat akıp gidiyor. Ancak ben duruyorum, durmak zorundayım. Yetmiyor bir ömür hiç bir şeye, yetmiyor.


Böyle bir durumda, tüm acılar üst üste gelmişken ben nasıl devam ederim bilmiyorum. Akıl sağlığımı nasıl kaybetmem bilmiyorum. Belki de çoktan kaybettim, bilmiyorum. Bir insan delirdiğini nasıl anlar? Anlayabilir mi? Kendi kendine bunu fark edebilir mi? 

Bugün sigara böreği yaptım. Mümkün olduğunca markete gidişlerimi azaltmaya karar verdim. Dün gece ellerimin acısından uyuyamadım. Bir an dalmışım, sonra yine sancılarla uyandım. Krem sürdüm kar etmedi. Bir katman kremi elimin üzerine boca edip öyle uyumaya çalıştım. 
Aylardır geceler uyuyamıyordum, yaşamak sancısı bu kadar ağırken, bir de uzaklık...Yaşamak sancısı bu kadar ağırken bu evde, annemin babamın bir zamanlar yaşadığı evde nefes almak... Annemin elleriyle doldurduğu yağı kullanmak, tuzlukta halen onun doldurduğu tuzun olması... Yaşamak zor, yaşamak sancı verici. Ama yaşıyor insan işte, bilmeden, istemeden de yaşıyor. Yemek yeniyor, tuvalete gidiliyor.

Şimdi başıma bir de internet aboneliğini üzerime alma konusu çıktı. Derdimi anlatacak gücüm yok. Zaten onlarda da anlayacak kafa yok. Gerekli işlemler başlatıldı, ancak önceden de başıma gelenleri bildiğim için, hiç ümidim yok. Çat diye internetimi kesebilirler ve ben tamamen akıl sağlığımı yitirebilirim.

Bir martı uçtu pencerenin önünden. Kedim kalktı, gerindi, döndü yön değiştirdi, yine uyudu. Ah, güzel kedi. Ah, beni boncuk gözlerindeki parıltıyla yaşama bağlayan kediler...

Bir günlük ne kadar sıkıcı, ne kadar ağlak olabilirse o kadar oldu bu satırlar da.

Bugün 18 Mart 2020.

İstanbul.

Gece Saçlı Kız

Yorumlar