Yeni Hayat/Orhan Pamuk Üzerine


Ey gece otobüslerine binenler, mutsuz kardeşler, biliyorum sizlerin de aynı yerçekimsizlik zamanını aradığınızı. 


Motive olmak için her zaman yaptığım gibi perdeleri kapattım. Genellikle blog yazılarını gündüzleri yazarım ama bu sefer geceye denk geldi. Masamın üzerindeki lambayı yaktım. Bileklerime mandalinalı kolonyamdan sürdüm. Bir süre bileklerimi koklaya koklaya düşündüm, hayal kurdum. Başka ülkelere, hiç yaşanmamış anılara hatta bundan tam sekiz yıl önce yaşandığını bu sabah fark ettiğim anılara doğru yol alıp gittim. 

Ben aslında eski kafalıyımdır, kalem kullanmayı, kağıda yazmayı severim. Ancak blog şu karanlık gurbette o kadar yardımcı oluyor ki, bu yüzden bilgisayarın o çiğ ışığına katlanmayı öğrendim. Sosyal medya ünlülerinden tut da bilmem kimlere kadar herkesler kitap yazarken, benim de anlatacak hikayelerim varken neden halen bir kitap yazmadığımı sordum kendime. Cevap yok. Yine bildik karın ağrıları, hık pık falan filan. Bakmayın benimki korku, belki biraz da maymun iştahlılık. 

Bundan tam sekiz yıl önce, nisan ayında ayak basmıştım bu memlekete. Sevdiklerimle kutladığım son doğum günümden hemen ertesinde. Zaten sonra da hiç bir zaman tüm sevdiklerim bir arada olmadı doğum günlerimde. Buna da şükür, internet var ya dedik. En azından sağlar, sağlıklılar dedik. Gözyaşları akmadı mı? Tabii aktı. Ama umut var dedik. Ha gayret dedik.

Bundan tam sekiz yıl önce bir kadın, beni yaraladı. O en aşağılayıcı ses tonuyla, gözlerini devirerek söyledi zehirli sözlerini. Başka bir memlekette, yanında sevdiğiyle birlikte mücadele eden o 19 yaşındaki kıza tüm zehrini kustu...Peki ben ona ne yapmıştım? Hiç. Peki ben ona ne yapmıştım? Hiç. Peki ben ona ne yapmıştım? Hiç...Bu kadın da hiçlikler içindeydi...Kaybolmuştu, ilk gördüğünü ısırması gerekliydi...Belki bu kadın zehrin ta kendisiydi...Bundan tam sekiz yıl önce, beni zehirledi...Beni zehirlediler...Gururumu incittiler...Kemiklerimi değil ama kalbimi kırdılar...O gün bugündür ben sertleştim, ailemden başkasına yüz çevirdim...O gün bugündür ben değiştim...Kalın bir kabuk geliştirdim...

Bu dehşetle birlikte, kitaptan yüzüme fışkıran ışıkta köhnemiş odalar gördüm, çılgın otobüsler, yorgun insanlar, soluk harfler, kayıp kasabalar ve hayatlar, hayaletler gördüm. Bir yolculuk vardı, hep vardı, her şey bir yolculuktu. Bu yolculukta beni hep izleyen, en olmadık yerde karşıma çıkıverecekmiş gibi yapan, sonra kaybolan, kaybolduğu için de kendini aratan bir bakış gördüm; suçtan günahtan çoktan arınmış yumuşak bir bakış. .. Ben o bakış olabilmek isterdim. O bakışın gördüğü dünyada olmak isterdim. O kadar çok istedim ki bunları, o dünyada yaşadığıma inanasım geldi. Hayır, inanmaya bile gerek yoktu; orada yaşıyordum ben. Kitap da, tabii, ben orada yaşadığıma göre, benden söz ediyor olmalıydı.  Benim düşündüklerimi, benden önce birisi düşünüp yazdığı için böyleydi bu. 

Bu yılın ilk Orhan Pamuk kitabı benim için Yeni Hayat  oldu. Kitap (dizin kısmı hariç) 221 sayfa. Bir solukta, bir haftada okurum diye düşünmüştüm. Ancak öyle olmadı. Henüz elli sayfa okuduktan sonra, içimi kara bulutlar kapladı, kitabı elimden bıraktım. Anlattıklarının sıkıcı olmasından değil, anlatılanlardan korkmamdı buna sebep. Bir zaman sonra tekrar okumak istediğimde ise hayat izin vermedi, sağlık sorunları ortaya çıktı. Sonra inatla tekrar aldım elime kitabı. Ben o zehirli kadınlarla savaştan sağ çıkmıştım, içinde ölümden, kader ve kazadan bahsedilen bu kitaptan mı korkacaktım? Saklanmadım. Kaçmadım. Okumaya devam ettim. Tren rayları bana, eski bir anıyı anımsattı. Sanki ben yaşamışçasına hüzünlendim her bir satırda. Geçmiş uzak bir hikayeydi, genç bir kadının yalnızlığını anlatıyordu. Ve her gerçek hikaye gibi, çok acıydı. Tadı kekremsiydi. Kitapta geçen her trende, her tren düdüğünde ben o hikayeyi anımsadım.

Kitapta cümleler virgüllerle bölünmüş durumda. Açıkçası okurken bazı anlarda bundan çok sıkıldım. Hatta kitaba laf attım, terslendim filan o kadar yani.

Okuması oldukça zor, karın ağrılı bir kitaptı. Aslında, düzgün bir psikoloji ile okunmalıydı. Eh, bende de ondan kalmamıştı. Kitabı iki gece önce bitirdim. Hemen üzerine konuşmak, yazmak istedim. Çünkü zaman geçtikçe unutmaya çalışmamdan korkuyordum. Aslında bu yazı Masumiyet Müzesi ile Yeni Hayat'ı karşılaştıran bir yazı olacaktı. Ancak Masumiyet Müzesi hakkında buraya yazmadığımı fark ettim. Ne aptalım.
Orhan Pamuk, Yeni Hayat'ı Masumiyet Müzesi'nden daha önce yazmış. Masumiyet Müzesi'nde kullandığı bazı betimlemeler burada birebir mevcut. Ve tabii sevdiği kadını anlatırken kullandığı sözcükler, anlatış tarzı çok benzer. Bunu bilerek mi yaptı, yoksa bir tesadüf mü bilmiyorum. Bazı yazarlar (Stephen King mesela) kendilerine bir evren yaratıp, o paralelde romanlar yazıyorlar. Hatta yer yer karakterler, mekanlar benzerlik gösteriyor. Bu konuda, her hangi bir bilgiye ulaşamadım internette. Eğer bu satırları okuyan siz, bu konuda bilgi sahibiyseniz lütfen bunu yorumlar kısmına yazın. Ben de bilgileneyim.

Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti. Daha ilk sayfalarındayken bile, kitabın gücünü öyle bir hissettim ki içimde, oturduğum masadan ve sandalyeden gövdemin kopup uzaklaştığını sandım.

Yeni Hayat mümkün mü ? Yalnızca ölümün kıyısına kadar gelenler mi o yeni hayata ulaşabilir? Ona ulaşmak için yapılan yolculuklar ne zaman son bulacak? Otobüs yolculukları, kazalar... Aramaya devam etse, inat etse bulur mu insan o hayatı? Bilmem, belki de aramayı bıraktığında çıkıverir yeni hayatın meleği karşına...
Boğazda yumruk gibi kalan, yutkunması zor, hazmetmesi zor bir kitap Yeni Hayat. 

Gece Saçlı Kız




Yorumlar

  1. Orhan pamuk okuması zor bir yazar oldukça uzun cümleler içinde yüklem özne birbirine karışıyor ama stephan king gibi oda kurduğu evrene hapsolmuş ,tespitiniz oldukça doğru ben bunu daha öncede duymuştum bu sahneyi görmüştüm diyebileceğimiz benzerlikleri var mesela Yaşar Kemal'de bu gruptan sanırım bazı yazarlar romanlarının içine hapsoluyorlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,
      Aslında yazarların yarattığı evrenler hoşuma gidiyor. yani her şeye hakim gibi olma hissini seviyorum, belki ondandır. Mesela stephen king'in kitaplarında da öyle. ulan ben bunu biliyordum, nasıl da bu bağlantıyı kuruvermiş diye düşünmek hoşuma gidiyor. eski bir dosta rastlamak, tanıdık mekanlar yüzler görmek gibi rahatlatıyor beni bu duygu.

      ancak neden bilmem orhan pamuk'un yeni hayat'ında bu beni rahatsız etti. belki de kitabın karanlık atmosferindendir, bilemiyorum.
      masumiyet müzesi ve kırmızı saçlı kadın'da bu uzun cümleler ve virgüller konusu beni rahatsız etmemişti. belki de orada çok kullanmamıştı bunları, hatırlayamadım şu an. Benim adım kırmızı da beni tekrarlarıyla sıkan bir kitap olmuştu.

      sevgiler,

      gece saçlı kız

      Sil
  2. Kitapta küçük küçük ayrıntılar vardı mesela ilk yolculuğa çıkacağı gece Haluk Leventin Gece şarkısından ufak bir kısım vardı.Sevdiğim bir şarkı olunca ufak detay hoşuma gitti. Dixde yakaladınız mı hiç böyle detaylar ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,

      benim için en güzel ayrıntılar,ufaktan da olsa çocukluğumda yakalayabildiğim ürünlerin isimleri oldu. mesela ''zambo sakız''gibi.

      ancak dediğiniz ayrıntıyı fark edemedim. kitabı tekrar inceleyeceğim.

      Sevgiler...

      Gece Saçlı Kız

      Sil
  3. Merhaba,

    Yazınızda Yeni Hayat ile Masumiyet Müzesi arasındaki paralleliklerden bahsedip, Orhan Pamuk romanlarının geçtiği ortak bir kurgusal evren olup olmadığını sormuşsunuz. Yazınızın üzerinden geçen bir yıla rağmen sorunuza bir cevap vermek istedim.

    Okuduğum Orhan Pamuk romanlarında bazen dikkatimi çeken o kadar çok ortak nokta oluyor ki, bu romanların gerçekten de tüm olayların ve karakterlerin birbiriyle karşılaştığı bir dünyadan çıktığını düşünüyorum. Mesela, Kara Kitap'ın ana karakterlerinden Milliyet'in köşe yazarı Celal Salik'i konu alan bir gazete küpürünü, Kafamda Bir Tuhaflık'taki Mevlut'un elindeki bir gazete parçasında ya da Yeni Hayat'taki Osman'ın Anadolu'nun uzak bir otobüs terminalinde karşılaştığı bir adamın elinde görmek mümkün.

    Bazı romanlarında, sadece kişiler değil, aynı zamanda eşyalara dair de bir takım parallellikler de gözüme çarpıyor. Mesela Masumiyet Müzesi'nde geçen, Füsunların evindeki televizyonun üzerinde duran seramik köpek biblosu (aynısı olmasa da), Yeni Hayat'ta, Kafamda Bir Tuhaflık'ta ve Kara Kitap'taki televizyonların üzerinde ya da evlerin salonlarındaki vitrinlerde karşıma çıkıyor.

    İyi günler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,

      Siz söyledikten sonra benim de aklımda bir şimşek çaktı biblo ile ilgili. Orhan Pamuk kitapları gerekten sağlam kafa ile okunmalı. Şu aralar kafam öyle dalgın ki bahsettiğiniz diğer benzerlikleri hemen hatırlayamadım.

      Cevabınız için teşekkür ederim.

      Sevgiler...

      Gece Saçlı Kız

      Sil
    2. Ben de cevabınız için teşekkür ederim. Yazılarınızı paylaştığınız bu siteyi bugün gördüm ve kitaplara dair yazdıklarınızı sanki zamanında okuyamayıp kaçırmışım gibi ilgiyle tarıyorum. İyi günler...

      Sil

Yorum Gönder