Kedi İle Yurt Dışına Seyahat / Korona Pandemisinde Evcil Hayvanlar İle Seyahat Bölüm 2 Bizim Hikayemiz

Her şey o akşam gelen telefonla başladı. Bir gün o telefonun çalacağını hep biliyordum. Ne kadar düşünürsen düşün, kendini hazırlayamıyorsun işte. Henüz dün gece görüştüğün insan, nasıl olur da uyanamaz uykusundan? Annem bir gece uyumuş ve uyanamamıştı işte. Uykusunda ölüvermişti. Şimdi son görevi yapmaya çağırıyorlardı beni, bizi. 
Bu haberi aldığımda, aylardan aralıktı. Ve İstanbul'a gitmemize yalnızca 10 gün kalmıştı. Ertesi sabah için iki bilet bulup düştük gecenin bir yarısı yollara. Evden çıkarken biliyordum. Bir daha ne zaman dönerim, ne zaman görürüm diye bir anlığına da olsa arkama dönüp baktım. Dönüşümüz tam altı ay sonra bir haziran gününde oldu. 

Annem, iki kedi ile birlikte yaşıyordu. Ve erkek olan kedi yani Şeker, yıllardır farklı bir odada yaşıyordu. Asiye ile hiç bir temasları yoktu. İlk iş onları alıştırmak olacaktı kuşkusuz. Cenazeyi pazar günü kaldırdık. Kalabalıktı. Kediler bile uğradı inanır mısın.
Onlar da benim gibi öksüz kalmıştı nihayetinde. Günlerce onu beklediler sokakta. Beslediği sokak köpeği Pırtık, daha geçenlerde bile onu arıyordu her akşam aynı saatte yemek verdiği yerde...
Pazar günü ise veterinere gidip bilgi aldık. Pazartesi çipler takılmıştı bile.
Asiye ve Şeker'i birbirine alıştırmak sanıyorum bu hikayedeki en kolay şey oldu. Önce kapıları açmakla işe başladık. Biz başlarında bekleyince biraz korktular, yanaşmadılar birbirlerine. Sonra zamanla odaları keşfetmeye, birbirlerini tanımaya başladılar. Meğer onlar yıllardır birbirlerini biliyorlarmış. Biz yine de güvenli bir mesafeden onları izleyip her an müdahele edebilecek durumda bekledik. Şimdilerde Asiye tam bir sultan. Şeker ise onun kölesi. Peşinde deli divanesi!

İkinci adımımız Asiye'yi kuma alıştırmak oldu. Bir iki hafta içinde kuma alıştı.
Her bir veterinere gidişimiz çok zordu. Malum İstanbul'da taksi bulmak zor. Hele ki iki kediyi gören taksici arkasına bakmadan kaçıyor. Şeker her defasında çok korktu. Kustu, tuvaletini yaptı. Kendi kendini tüketti durdu.

Kuduz aşısından sonra bir aylık bekleme süresinde yazının ilk kısmında bahsettiğim veteriner kazığını yedik. Ya rabbi şükür dedik oturduk aşağı. Kan verme işlemleri, Şeker'in bir çöl aslanına dönmesi. Yakalamakta her defasında zorlanmamız filan... Ve üç aylık bekleme süresi. 
Uykusuz geceler, ağlama krizleri, nefessiz kalmalar... Asiye özellikle anneme çok yakındı. O dönem anneme yaptığı tüm sevgi hareketlerini bana yapmaya başladı. Şeker çok ürkek bir kediydi. Dokuz yıl boyunca bir odada yalnız başına yaşadı. Ancak çok ilerleme kaydetti. Artık benimle yan yana yatıyor, Asiye ile oyunlar oynuyordu. Bunlar derdime derman, yaralarıma ilaçtı aslında. 

O zor günlerde kardeşlerimin ve sevdiğim adamın desteği olmasaydı bugünleri görür müydüm? Bilmiyorum.
Zor günlerdi. Yaşanan her şeyi yazamıyor insan. Bazı şeyler oluyor, kol kırılıyor ama yen içinde kalıyor... Zaman çare olmuyor. Çare bulunamayacak şeyler de var hayatta. Bazen bazı insanları kabul edebilmek zaman alıyor. Ama bir şekilde oluyor...

Bir de hep kavga etmek zorunda oldukların var. Onlar kötü kalpli. Onlar şerefsiz. Onlar, yüzüne bakmayı midenin kaldırmadığı insanlar. Bir savaş. Sürekli sürecek... Zorunlu ortaklıklar, yaşanacak ve umarım yakında bitecek...

Pandemi nedeniyle Türkiye sınırları kapattı! İşte aldığım bir darbe daha! Allah'ım bir daha asla evime gidemeyeceğim galiba!

Kediler için uygun taşıma kabı aldındı. Sonra altlarına çiş pedi serildi. Her gün Şeker'in mamasını kutunun içine koydum ki kutuya alışabilsin. 
Biletler alındı, Tarım Orman'dan gerekli belgeler alındı. Allah'ım yarın uçuyoruz! Ama nasıl uçuyoruz! Hiç bir fikrim yok ki!

Uykusuz bir gece. Kardeşim ile kıçlı başlı uyuklamaya çalışıyoruz. Bir sürü olasılık var. Bir sürü korku. Umut etmeyi denemek bile zor. O gün günlüğüme ''ben mucizeyi seçiyorum'' yazıyorum. Gece üçte uyandık. Beşte yola çıkacağız. Kutulara sokmak yalnızca iki dakika aldı. Şükürler olsun! Taksici arıyor, şimdi yola çıkma vakti. Vedalaşıyoruz. 


Havalimanında polisler izin verdi refakatçi olarak kardeşimin gelmesine. Sonra x-ray'den de izin verdiler. Mucize olabilir mi gerçekten? 

Güm güm gümrük! Kalbim güm güm güm! Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Tam dört kez maske değiştirdim, terden sırılsıklam oldum. Bu halde ateşimi ölçseler her halde beni uçağa almazlar diye düşünüyorum. Her şey neden bu kadar iyi gitti? Bir sorun çıkmadı hiç? 

Ve baaaam! Kaya gibi taş gibi bir polis memuru! Sabah yedide uyandırmışız efendiyi! Yurt dışına gidecek iki kedi ve bir kadın ha! Tiz vurun kellesini! 
Henüz ilk dakikadan düşmanca tavırlar başladı. Biz ne kadar sakin kalmaya çalışsak da polis bey sakin kalamadı. Sinirle bize susmamızı söyledi. Kediyi kucağına alacaksın ve kutu makineden geçecek. Yoksa uçağa binemezsin hanım! Hanım hanım sen utanmıyor musun devletin memurunu bu saatte uyandırmaya? Bana ne kaçarsa kaçsın kedi! Benim sorunum mu? Peeeh!

Hani bazı anlar vardır dizleriniz boşalır, el ayak tutmaz. İşte o an bana öyle olmadı. Aklımın dizginleri çoktan uçtu gitti ama bedenim sağlam kaldı. Önce Asiye'mi çıkarttım kutudan. Diğer görevliler o halimi görünce beni makinenin yakınına aldı. Diğeri yasak diye söylenecek oldu filan. En zorlusu Şeker'di. Yanımızda bir üçüncü taşıma kabı getirmiştik ne olur ne olmaz diye. Ya Hızır! Ya selamet! Kutuların kapaklarını açıyoruz hızlıca, Şeker birinden birine geçiyor. Boş kutu makineden geçiyor böylece. Sonra yine asıl yolculuk edeceği kutuya geçiriyoruz hızlıca. Ve oracıkta, öylece o adamın ellerine bırakıp gidiyorum evlatlarımı. Yapacak tek bir şey bile yok.

Vedalaşıyoruz... Sarılamıyoruz bile. Ağlayamıyoruz bile. Omuzlarımızda yükler...Vedalaşıyoruz... Bir daha ne zaman görürüz birbirimizi bilmeden. O bekliyor uçak kalkana kadar ne olur ne olmaz diye, bir aksilik çıkarsa yalnız kalmayayım diye. Vedalaşıyoruz... Sırtımda küçük bir çanta. Laptop, kardeşlerimden iki kartpostal, kardeşimin hediyesi pembe fotoğraf makinesi, annemin annesinden kalma uğurlu hıdrellez kesesi, baş ucunda bulduğum üzerinde hala saçları olan benim ona hediye ettiğim gümüş rengi köpekli saç tokası. İşte vedalaşırken bir memleketle yalnızca bunlar vardı yanımda. Ne bir eksik ne bir fazla. O memleketin topraklarına emanet vermişken bir sevdiğimi daha, ailemin bir yarısını bırakıp, bir yarısına gidiyorum...

Yükümün en ağır olduğu yolculuktu bu. Uçakta geçen saatleri hiç hatırlamıyorum. Ağlamadım, ağlayamadım. Aklıma gelmedi her halde. 

Nasıl da sessiz bu kutular. Sakın ölmüş olmasınlar? Sakın kutular boş olmasın? Hızlıca bunlar geçiyor aklımdan. Sonra onları görüyorum. Asiye ve Şeker. Öyle hayattan vazgeçmiş, öyle umutsuz. Korku bile geri planda kalmış artık gözlerinde. Yalnızca o küskün ifade. 
Arabaya bindik, sahiden eve mi gidiyoruz şimdi? Arabaya bolca yolculukta sakinleştirecek spreyden sıkılmış. Eve geldik, fişte mutluluk hormonu salgılatan bir alet. Taşındığında kedilerin alışmasını hızlandırırmış. 

Geldik mi sahi? Gelebildik mi? Birisi ayakkabılığın yanına, birisi yatağın altına saklanıyor. 
Ben duşa gidiyorum. Yolculuğun kirinden pasından kurtulmak için. Konuştuğum bir sürü gereksiz insanın ağırlığından kurtulmak için. Unutmak için. Gözlerimi sıkıca yumuyorum. Açarsam yine karşımda o rutubetli duvarı göreceğim. Kahverengi fayansların arasındaki, siyah rutubet izlerini...

Sabah uyandım. Asiye göbeğimde yatmış, Şeker sol yanımda battaniyeye kıvrılmış... Ah kalbim... Ah kalbim...

Sahiden yaşandı mı bu altı ay? Biz hep burada değil miydik? Bu bir mucizeydi belki sahiden de. 

En başından beri onları bırakmak gibi bir seçenek olmadı aklımda. Ama insanlar hep konuştu. İnsanlar hiç susmadı. Karardıkça karardık.

Bir kaç mutlu anı kalmış aklımda. Yağmurlu bir günde eski sokaklardan geçmişiz, pideciye gidip karnımızı doyurmuşuz. Sonra yağmur yıkarken sokakları, o pencerenin önünde dertlerimizi bölüşmüşüz. 

Kahvaltı sofrasındayız. Nasıl güzel bir öğlen. Kardeşlerime patates kızartıyorum...Yine bir kahvaltı sofrası, bu sefer ben ağırlanıyorum.

En çok da böyle kapıların önünden geçerken evlerden gelen yemek kokuları olduğu zaman annesizliği anımsıyor insan diyorum. Hüzünleniyoruz. 
Kapıda yüzümü göğsüne bastırmışım, bir tahta tabutun içinde annemin bedeni. Herhangi bir takside, herhangi bir yoldayız. Gözyaşlarımı siliyorsun...

Zordu... Ama yalnız değildim. Karanlıkta olduğumu zanettiğim gecelerde bile yıldızlar hep gökyüzündeydi...
Zordu...Ama bitti...Bitti. Yaşanması gerekiyordu belki de... Yaşandı ve bitti.  

Bitti!
Gece Saçlı Kız

Yorumlar