Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi/ F. Scott Fitzgerald Üzerine


 Kalın ve yumuşak beyaz bir battaniyeye sarılıp beşiklerden birine sıkış tıkış konulmuş, yetmiş yaşlarında görünen yaşlı bir adam, seyrek saçları neredeyse bembeyazdı, çenesinden duman rengi uzun bir sakal sarkıyor, pencereden gelen meltemin etkisiyle gülünç bir şekilde ileri geri dalgalanıyordu. 


Uzun uzun susuyorum bu aralar. Evi siliyorum, yemek yapıyorum. Çimenleri biçiyor, çiçeklere su veriyorum. Güneşli günlerde elbise giyiyor, serin havalarda sırtıma bir şal alıyorum. Kimseye söz etmiyorum o çatlaklardan. İçimden sızan duygulardan. Özlediğim bu değil miydi işte? Yaşıyorum.

Fitzgerald, zaman çarkını çevirmiş ama kum saatinin akmasını engellememiş. Yalnızca, doğduğumuzda yaşlı olup, zamanla gençleşmeyi hayal etmiş. Yetmiş yaşında doğan Benjamin, zamanla gençleşmeye başlar. Doğduğu yaşın zihinsel etkilerinden yavaş yavaş kurtulur. Zaman, onu da kemirmeye devam eder. Ancak bilinenin aksine, gittikçe gençleşerek gerçekleşir bu hayat/yok oluş serüveni. 

Ben, insan yavrularının neden bu kadar küçük doğduğunu düşünmüşümdür hep. Çok küçük ve bakıma muhtaçlar. Evet, mesela bir geyik yavrusu da belli bir zaman anne desteğine ihtiyaç duyar. Ancak doğduğu gibi ayaklanır. At yavruları mesela. Böcek yavruları, kımıl kımıl katılıverirler dünyanın akışına.


İlk başta Benjamin'in ılık süt içmediği taktirde hiç bir şey yiyemeyeceğini ilan etti, ama en sonunda oğlunun ekmek ve tereyağı yemesine izin vermek zorunda kaldı, hatta yulaf lapası yemesine bile ses çıkarmadı.


Yaşlı doğup, gençleşmeyi ister miydim? Sanmıyorum. Şu sıralar, her halde doğmayı ister miydin diye sorulsa cevabım hayır olurdu. Ama böyle işte, bu dünyaya geliyor, yaşıyor ve ölüyoruz. Sonra başkaları geliyor, yaşıyor ölüyor filan. Bu döngü hep sürüp gidiyor. Çok fazla yaşlanmak da istemem açıkçası. Hastalıklar, kendi ihtiyaçlarını karşılayamamak. Başkasına muhtaç olmak o kadar kötü bir duygu ki. İnsan eti ağırdır, ikinci gün hemen gözlerine batarsın muhtaç olduklarının. Gençken bile birilerine maddi yönden muhtaç olmak, boynunu büker insanın. Bir de yaşlanıp, birilerinin elinde oyuncak olmak duygusu... Ne kötüdür kim bilir. Eskiden çok acımasızca gelirdi bu sözler ama şimdi çok iyi anlıyorum. İki gün yatak, üçüncü gün toprak. 


Yaşlı doğmak, ailesi tarafından dışlanmak sonra zamanla gençleşmek hayata karışmak filan bunlar hep zengin bir hayal gücüne sahip yazarın hayal ürünleri. Üzerinden zaman geçse de, bu hayal ürünü kendisini zevkle okutturuyor. Keşke filmden önce kitabı okusaymışım diye hayıflansam da, filmi de oldukça iyiydi. Tabii, kitabı okuduğunuz vakit bazı noktaların çok farklı işlendiğini göreceksiniz. Mesela, kitapta Benjamin'in babası onu terk etmiyor.


Bir solukta okunuyor. Bakmayın kısa olduğuna, insanı derin düşüncelere sevk eden bir kitap. Okuduktan sonra etkisi sürüyor, kolay kolay rafa, kitaplıktaki yerine kaldıramıyorsunuz.


Gece Saçlı Kız





Yorumlar