Yaprak Dökümü/ Reşat Nuri Güntekin Üzerine



-Tamamıyla haksız değilsiniz. İnsan, mesela ibadet, yahut çalgı ile meşgul olmakla; zerzevat, çiçek, yahut çocuk yetiştirmekte de bir teselli bulabilir. Ancak bunun için de hiç olmazsa yaşayacak kadar para lazımdır. Çiçek meraklısısınız; fakat biraz paranız yok değil mi? Ne kadar uğraşsanız topraktan istediğiniz renkte, kokuda bir çiçek alamayacağınıza emin olun... Babasınız, çocuklarınız var, paranız yok değil mi? Evlatlarınız ahir ömrünüzde size bir feci yaprak dökümü manzarası seyrettirmekten gayri saadet vermezler.


Ne kadar çok istesem de okuduklarıma odaklanamıyorum. Bir çok kitap elimde kaldı. Yarım hikayeleriyle duruyorlar baş ucumda. Her gece elim gidiyor, okumak istiyorum ancak başaramıyorum. Ben de kendimi zorlamamaya karar verdim. Her şey gibi o hikayelerin de tamamlanacağı günler vardır elbet.

İnternette miskin miskin o sayfadan bu sayfaya gezerken, Yaprak Dökümü dizisine başladım yine. Epeydir de izliyorum. Tabii geçe geçe, ilerleterek. Bana bir hastalık geldi. Bir şeyleri izlerken ilerletmek istiyorum hep, sıkılıyorum, içim almıyor. Yalnızca Türk yapımlarında değil, kısa süreli yabancı dizilerde de böyle. O yüzden bu dizide olukça ilerledim. Sonra, aklıma bende kitabın olduğu geldi. Ortaokul yıllarında okumuştum. Tekrar okumak istedim ve buradayız işte.

Aslında bir gecede bitirebilirdim. Ama iki geceye yaydım. Zaten 134 sayfacık. Hemen bitiverir yani. Sonradan, ilk gittiğim tiyatronun da Yaprak Dökümü olduğunu hatırladım. 13 yaşındaydım, sanıyorum şehir tiyatrolarındaydı. Şimdi hiç bir ayrıntıyı hatırlamıyorum ne yazık ki. Ama güzeldi. Bir şeylerin ilkini yaşamak, her zaman güzel değil midir zaten. 
Orta halli bir memur olan Ali Rıza bey, beş çocuğu ve eşiyle birlikte İstanbul'da yaşam mücadelesi vermektedir. Bir insanın çocuklarına bırakacağı en önemli şeyin temiz bir isim olduğunu savunur yıllarca. Ancak, zaman onu yenecek İstanbul ise parçalara ayıracaktır. 

Hasılı insan olmaya çalışmak sana da bana da zarardan başka bir şey getirmedi. Bakalım, biraz da hayvanlığı tecrübe edelim!


Sayfaları çevirdikçe, Ali Rıza bey daha da küçüldü gözümde. Bir zaman sonra, ona acıyamadım bile. Yok olup gitti her bir sayfada. Zaten, çok da sağlam olmayan ailenin temelleri sarsıldı ve çöktü. 
Kendimi yerine koyup hak vereceğim kimse olmasa da, hikaye bir solukta bitiverdi. 


Bu insanlardaki iç yüzün dış yüze ne kadar benzediğini anlamak için fazla yorulmaya lüzum yoktu. Parmağının ucuyla biraz dokundun mu, üstlerindeki yaldız parça parça dökülüyor, altında dolu pislik ve ahlaksızlığın cılk yaraları bütün iğrençliği ile görünüyordu.


1930 yılında yazılmış olmasına rağmen, bence günümüzden bir çok parça barındırıyor içinde. Ne yazık, o dönem eleştirilen bu modernleşme süreci, artık yaşam biçimimiz oldu.


Ali Rıza Bey'in anlamadığı şeylerden biri de en acı sefalet içinde kıvranan ve birbirlerini yiyen bu insanların eğlence saati gelince birdenbire her şeyi unutmaları, hiçbir şey olmamış gibi gülüp eğlenmeye başlamalarıydı.



Söylemeden geçmek istemediğim bir nokta var. Kitapta bazı yerlerde ne yazık ki hoşuma gitmeyen bir şey var. Sürekli ''çingeneler gibi'' kullanılmış. Çingene kelimesi arsız, hissiz, haysiyetsiz manalarında kullanılmış sürekli. Bu da beni oldukça rahatsız etti. O yıllarda normal karşılanan bir durum muydu bilmiyorum. Ancak her hangi bir zamanda normal karşılanmaması gereken bir konu bence. 


Gece Saçlı Kız

Yorumlar