Kafamda Bir Tuhaflık/Orhan Pamuk Üzerine
Serin bir kış akşamında, en keyif aldığım şeylerden birisi bir bardağa şöyle tepeleme boza doldurup, bir yandan televizyona bakarken ertesi gün kedilere vereceği yemeğin ekmeklerini kesen annemle sohbet etmek olur. Evde her zaman rahmetli babam ve ben bozayı en çok seven kişiler olmuştuk. Şimdi, mutfakta onun sandalyesi gibi boza içme alışkanlığı da bana miras kalıverdi işte.
Bir tespih, bir traş losyonu, bazen de bir lokmalık boza. Alıp götürür yıllar öncesine, sanki dünmüşçesine.
Kafamda Bir Tuhaflık, kardeşimin bana hediye ettiği bir kitaptı. Gurbet memlekette, bir kış günü bozaaa, bozaaa diye kıvranırken, bir yandan da ona buralarda boza bulamadığımdan bahsediyordum. Bana Orhan Pamuk'un bozacı Mevlut'unu bilip bilmediğimi sordu. Sonra da hemen o dakika bana kitabı hediye etmeye karar verdi. 2019 yılını, üç Orhan Pamuk romanı ile bitiriyorum. Masumiyet Müzesi, Yeni Hayat ve Kafamda Bir Tuhaflık. Masumiyet Müzesi'ni okuduktan sonra buraya yazmadığım için nasıl pişmanım. Biraz kafamı toparlarsam, onun hakkında da yazmak niyetindeyim.
Bir de şu ''merhaba poğaçacı'' meselesi var. İşin kısa özeti şu, yabancı bir kanal için çekim yapıyorlar Orhan Pamuk ile birlikte. İşte, İstanbul sokaklarını dolaşıyorlar, Orhan Pamuk anlatıyor filan. Bir poğaçacıdan poğaça alacak, merhaba poğaçacı diyor Orhan Pamuk. Bu kısacık sahne yıllar önce çekilen uzun bir programın parçası olmasına rağmen, bugünlerde sosyal medyada yer buldu kendine. Vay efendim neden poğaçacı demiş! Zaten halktan uzak, burjuva birisiymiş. Falan filan, bir sürü zırvalık. Yahu siz poğaçacıya ne diye sesleniyorsunuz? Yahut evin camından simit satan satıcıya ne diyorsunuz? Biz simitçiiii iki simit verir misin diyoruz genelde. Ya da bozacıııı, iki bardaklık verir misin. Bunda büyütülecek, abartılacak ne var Allah aşkına?
Bir haber sitesi o poğaçacının hayat hikayesini öğrenmek için peşine düşmüş. Ancak adamın iki ay önce vefat ettiğini öğrenmişler. Sonra da çocuklarına ve tanıdıklarına ulaşıp, hayat hikayesini öğrenmişler. Bunun üzerine, bir de kısa röportaj yapmışlar Orhan Pamuk ile. Vefat eden adamın hikayesi ile Kafamda Bir Tuhaflık'ın Mevlut'u arasında benzer noktalar varmış. Henüz geçenlerde kitap üzerine kardeşimle konuşurken, bu insanlar İstanbul sokaklarında yaşadı, sonra da geçip gittiler demiştik ... Benzer hikayelere sahip ne çok insan vardır. Köyden İstanbul'a gelen insanların hikayeleri halen yaşanmaya devam ediyor, şimdilerde ise memleketlerinden göç eden, dünyanın farklı yerlerinden İstanbul'a gelip yaşam savaşı veren insanların hikayeleri bir bir geçip gidiyor yanımızdan...
Sepet karanlıkta gökten önüne bir melek gibi inmişti. İstanbulluların sokaktan geçen satıcıdan, pencereden iple sepet sarkıtıp alışveriş etmeleri artık unutulan bir alışkanlık olduğu için bu kadar şaşırmıştı belki de Mevlut. Ta yirmi beş yıl önce ortaokul öğrencisiyken babasıyla yoğurt ve boza sattığı günleri hatırladı.
Kitaba başlarken karşınıza bir karakter şeması gelecek. Henüz başlamadan, bu şema benim gözümü korkuttu. Hatta kardeşime, bazı yabancı kitapları okurken yaptığım gibi not alarak okumam gerekir mi diye sordum. Kitabın içine girince, karakterler sayıca fazla olsa bile karışıklık olmuyor dedi bana. Haklıymış, karakter sayısı fazla olsa da, onları unutmuyorsunuz. Hikaye sizi sarıp sarmalarken, hiç farkında olmadan Mevlut ile birlikte İstanbul sokaklarını arşınlamaya başlıyorsunuz.
Orhan Pamuk okuyucusu iseniz, tekrarlarından haberdarsınızdır. Uzun cümleler, sürekli tekrarlanan konular. Evet, Kafamda Bir Tuhaflık'ta bu adetini biraz da olsa kenara bırakmış. Normal bir Orhan Pamuk kitabındaki tekrarların çok, çok, çok azı ile karşılaşıyorsunuz Kafamda Bir Tuhaflık'ta. Yeni Hayat'ta bu tekrarlardan (belki de konusu nedeniyle) gına gelmişti bana, kabul. Ancak, ben genel olarak Orhan Pamuk'un dilini, anlattıklarını seviyorum. Kendine öz bir üslubu, bitmek tükenmek bilmeyen bir İstanbul aşkı var. Belki şimdinin İstanbul'una değil, çocukluğunu geçirdiği İstanbul'a aşık. Onun çocukluğunu, gençliğini geçirdiği İstanbul'u anlatmasını, onun eski İstanbul'unu seviyorum belki de.
Eski olan bir çok şeyi sevdiğimi fark ediyorum yaş aldıkça. Eski fotoğraflarda kayboluyorum çoğu kez. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir dünyanın özlemini çekiyorum. Belki biraz siyah beyaz, belki naftalin kokulu bir rüya benimkisi.
1969 ile 2012 yılları arasında İstanbul'da çok çeşitli işlerde çalışan Mevlut'un hikayesinde, yalnızca İstanbul'un değişimine değil, insanların, kültürün, zamanın değişimine de tanık oluyoruz. Mevlut, kafasındaki tuhaflığı en çok boza satarken fark eder. En çok da boza satarken kendisini iyi hisseder İstanbul sokaklarında. Köyden birlikte göçtükleri amcasının oğulları ve daha bir çok köylüsü köşeyi dönmenin yolunu bulurken, Mevlut yüreğinin el vermediği işlere hiç bir zaman kalkışmaz.
Zamanda ileriye ve geriye gittiğimiz bu hikayede, yıllarca aşk mektubu yazdığı amcasının oğlunun baldızını kaçırmaya gittiğinde, hikayemizin en tuhaf olaylarından biriyle, büyük bir sürprizle karşılaşmaya hazır olun!
Geceleri kimsenin uğramadığı zamanlarda dükkanda sıkılıyordu. Oysa boza sattığı geceler, hiçbir pencerenin açılmadığı, hiç kimsenin boza almadığı en boş sokakta bile Mevlut'un canı sıkılmazdı. Yürürken hayal gücü çalışır, cami duvarları, yıkılmakta olan ahşap evleri mezarlıklar bu dünyanın içinde gizli bir başka alem olduğunu hatırlatırdı Mevlut'a.
Kafamda Bir Tuhaflık'ta yerli bir İstanbullu'nun gözünden değil de, köyden kente göç eden Mevlut'un gözünden bu değişimi görmek, onun gözünden yorumlanmış satırları okumak, kitabı özel kılan değerlerden sadece bir tanesiydi.
2020 için kitap listemde Orhan Pamuk olmasına rağmen, bütçemin buna elvereceğini sanmıyorum. Okumak istediğim bir sürü kitap, sınırlı zaman ve sınırlı bütçe. Bir sürü kitap ve sınırlı bir ömür...
Mevlut'un kafasındaki tuhaflık, bazen benim de kafamda beliriveriyor sanki...
Gece Saçlı Kız
Yorumlar
Yorum Gönder